Annemin yaşayamadığı hayatı ona yaşatmak benim sorumluluğumda mı?

Ayça Pınar Doğan
4 min readNov 1, 2022

--

Annem hastalığının ilk işaretlerini göstermeye başladığında 51 yaşındaydı. Oturma odasından tuzu getirmek için mutfağa gider, ne için gittiğini unutur, geri gelirdi. Bunu hepimiz yaparız, kafamızın dolu olmasından, o an başka bir şeye odaklandığımızdan, bazen basitçe “unuttuğumuzdan” ama annem için bu normalden daha sık tekrarlanıyordu. Abimin düğününde annem ona sarılmaya gelen kişilere boş boş bakıyor, başı kalabalıktan dönmüş gibi gözüküyordu. Ertesi gün ben babamın yanında otururken annemin babama bakıp benim nerede olduğumu sormasını ise yorgunluğuna bağlamak belki de hepimize daha kolay gelmişti. Bir süre sonra öfke atakları başladı. Ben bunları annemin babamla senelerdir çözemediği sorunlara, kendini savunamadığı durumlarda kalbinde açılan ve asla kapanmayan yaralara, yaşayamadığı hayatın yasını tutmasına atfetmiştim. Ne yapayım senin için anne diye dolanıyordum etrafında, söyle, sana hobi kitleri mi alayım, kitaplar mı alayım, seni gezmeye götüreyim, istediğini yedireyim, söyle anne, seni mutlu etmek için ne yapayım, söyle, hemen yapayım. Babamın sana gösteremediği sevgiyi sana ben göstereyim, senin kendini götüremediğin yerlere seni ben götüreyim. Finansal özgürlüğün olmadığı için alamadığın, babamdan gizlice biriktirdiğin paraların yetmediği şeyleri sana ben alayım. Seni şımartayım, özel hissettireyim, seni mutlu edeyim.

Peki bu benim sorumluluğum mu?

Terapi sürecinde farkına vardığım şeyleri kabullenmek benim için çok zor oldu, oluyor. Annemi annesi nasıl yetiştirdiyse, sen ve ben dünyaya ve babana karşı olacağız, hissini nasıl aşıladıysa, anneme bir birey olması için alan tanımadıysa ve annemi nasıl kendi parçası saydıysa aynısını annem de farkında olmadan bana yaptı. Benim iç içe geçmişlik şemam da bu şekilde oluşmuş oldu. 30 yaşımın bilgeliği (!) ile geriye dönüp annemin yaptığı hataları görmek, “Ama biraz sağduyusu olan insan bunu yapar mı ya?” ve, “Ben çocuğumu böyle yetiştirmeyeceğim.” demek kolay tabi ki. Annemi yargılamakta da çok zorlanıyorum, o yüzden öfkem küpüne zarar verirken dışarı taşmamaya özen gösteriyor. Annemi yargılamak demek, ona ihanet etmek, onu hiç beklemediği yerden bıçaklamak gibi geliyor.

Anneme 53 yaşında demans tanısı konduktan ve annemin daha önce olduğu insanın gölgesi ile yaşamaya alıştıktan sonra beni en çok üzen ve kafamda yargılanan şeylerden biri şu oldu;

“Annem hayatını yaşayamadı.” “Annem hayatını yaşayamadı.” “Annem hayatını yaşayamadı.”

Küçük yaşımda annem uyumayı çok seviyor diye yorumladığım, babamın “Annen de sürekli yatıyor”. diye onu yargıladığı durumun aslında depresyon olduğunu ve anneme o süreçte kimsenin yardım etmediğini anlamak, annemin kendi yetiştirilme tarzına rağmen kitaplar okuyarak hep daha iyi bir anne olmaya çalıştığını görmek, 24 yaşında, ailesinden uzak bir şehirde, kocası sürekli çalışırken iki bebeğe bakmak zorunda olduğunu bilmek, hayatı boyunca ekonomik olarak bir adama bağlı olmasının verdiği iç sıkıntısı (ki babamdan gizli biriktirdiği paraları bize verirdi çünkü babam harçlık vermeyi gerekli görmezdi), okusaydı aslında annemden çok iyi bir hemşire ya da öğretmen olacağını, annemin hayatını sadece anne ve eş olarak geçirdiğini bilmek bir anda yüreğime saldırıyor ve nefes alamıyorum. Bu yüzden ki annem hastalanmadan önce de hep onun için bir şeyleri (farkında olmadan) telafi etmeye çalışıyordum. Annemi seviliyor hissettirmek için, bazen sevgi göstermek istemediğim zamanlarda bile, uğraşıyordum. Bu nedenle terapi alana kadar hiç fark etmedim aslında, 16 yaşında tek başıma bir seneliğine Amerika’ya gitmiş olsam da, evden uzakta üniversite okumuş ve bir sürü ülkede yalnız yaşamış olsam da kendimi bir birey olarak kabul etmediğimi. Terapi alana kadar fark etmemiştim, annem ölürse yalnız kalırım, kolum bacağım kesilmiş gibi olurum diye küçük bir çocuk gibi tir tir titrediğimi.

Annemin yaşayamadığı hayatı ona yaşatmak benim sorumluluğumda mıydı? Annem hayatı boyunca bir yetişkin olarak ona iyi gelecek aksiyonları kendi alamaz mıydı? Bir anne olarak kendisini çocukları için feda ettiği duygusu onun için yeterli miydi? Kendi için bir şeyler yaptığında, yeni bir dil öğrenmek ya da bir kafede çalışmak gibi, yaşadığı mutluluk hissini devam ettirmek için uğraşamaz mıydı? Anneler kız çocuklarını kendilerinin arkadaşı, koruyucusu, yoldaşı olsun diye mi doğurur?

Ben bu soruları artık sadece kendi kendime sorabiliyorum çünkü davranışlarını açıklayabilecek bir anne yok karşımda. Benim annem beni çok seviyor, kendisini “küçük”, beni “büyük” görüyor, gece uykudan uyanıp korkup benim yanıma geliyor. Ben annemi çocuğum gibi sarıyor, ben buradayım diyor, kıyafetlerini değiştirmesine yardımcı oluyor, saçını yıkıyor, tabağına yemek koyuyor, sürekli onu ne kadar sevdiğimi söylüyorum.

Annemin yaşayamadığı hayatı yaşatmak benim sorumluluğum değildi çocuğu olarak ama ben hep denedim. Terapi alarak hayatımda meydana gelen nedenleri ve sonuçları anlıyorum ki ileride bir gün benim çocuğum “Annemi mutlu etmek, onun yaşayamadığı hayatı ona yaşatmak için ne yapabilirim?” diye çabalamak zorunda hissetmesin. Benim çocuğum benden ayrı bir birey olduğunu bilsin, dünyaya karşı benim yanımda olmak zorunda olduğunu düşünmesin, o dünyaya karşı koyarken annesinin arkasında olduğunu hissetsin sadece. Benim çocuğum yuvasını bırakıp yeni hayatlara, ülkelere, duygulara yelken açarken arkasında beni bıraktığını düşünerek vicdan azabı çekmesin.

İstiyorum ki nesillerdir tekrarlanan, kimsenin daha önce değiştirmek için uğraşmadığı ya da değiştirecek cesareti olmadığı bu çark burada artık dursun.

Diliyorum ki benim neslimin devamı, annelerinin hayatı ne kadar dolu dolu yaşadığını düşünerek mutlu olsun ve aynısını yapmaya cesareti olsun.

--

--